Öykü

Söyle Bana Uç Uç Böceği

Söyle Bana Uç Uç Böceği

2 Şub 2024

Uç Uç Böceği
Uç Uç Böceği
Uç Uç Böceği

Söyle Bana Uç Uç Böceği


Elimdeki poşetlerle ağır ağır ilerlerken pazar arabasını yanıma almadığıma hayıflanıyorum; yapmayı ya da söylemeyi sonradan hatırladığım birçok şeye hayıflandığım gibi. Karşı kaldırımdaki ‘kapatıyoruz’ yazısının önüne yığılmış, sabırsızlıkla içeri girmeyi bekleyen kalabalık dikkatimi çekiyor.  Elimdekilere aldırmadan, sırf merakımdan ben de o kalabalığa karışıyorum.  Kalabalığın diğer tarafında bir hareketlilik var. Hareketliliğin sebebini merak edip o yöne bakıyorum. Üstü başı kir pas içinde bir meczup, kalabalığın ortasında bağıra çağıra yolunu bulmaya çalışıyor. Belli ki derdi kapanan dükkânın mallarından nasiplenmek değil, onun derdi de kimsenin umuru değil. Onu o karmaşanın içinden çıkarmak için kolundan tutuyorum.

Bir an için durup hayretler içinde bakıyor yüzüme, beni çok iyi tanıyormuş gibi, görmeyi hiç ummuyormuş gibi… “Buldum seni, buldum. Sen yaptın, sen!” diye bağırıyor. Korkuyorum; bakışları, sesi, tanıdık. Korkutuyor beni.  Herkes dönüp bana bakınca titremeye başlayan dizlerim beni kaldırımın kenarına boş bir çuval gibi bırakıveriyor. Sen yaptın, sen’ler durmuyor. Güç bela ayağa kalkıp poşetlerimi bile almadan uzaklaşıyorum oradan. Eve gelir gelmez, kimseye bir şey demeden odaya kapanıyorum. Karım Nazlı yine söyleniyor. “Nerede siparişler, bunca saat ne yaptın sen?” diye soruyor. Sesi bir sinek vızıltısı gibi. Yatak odasının kapısını örtüp yatağa uzanıyorum. Gözlerimi kapatınca çocukluğum beni yakalayıveriyor. “Kız mı erkek mi, söyle bana uç uç böceği. Ayşe’nin karnı kız mı erkek mi?” 

“Kız mı erkek mi, söyle bana uç uç böceği. Ayşe’nin karnı kız mı erkek mi?’’ 

Halil abi, bir eli karnında diğer eli ise siyah bir kavanozun gövdesini kavramış halde gün boyu bu şarkımsı tekerlemeyi söyleyerek dolanırdı köy meydanında. Kimi zaman köydeki çocukları da arkasına takar, çocuklarla birlikte, bağıra çağıra, koro halinde söylerdi şarkısını. Bu durum köydekilerin bazılarını güldürürken bazılarını da fazlasıyla kızdırıyordu. 

“Lan deli Halil, sabah sabah yine toplamışsın bu hamam böceklerini, kafamızın içini siktiniz be. İndirmeyin beni aşağı. Sıçarım ağzınıza,’’ buna benzer bir ton küfürlü tehditler savururlardı. Kimisi de “Aman be, Allah vurmuş zaten. Ne istiyorsunuz şu garibandan,” diyerek kendilerince onu korumaya çalışırlardı. 

Halil abi, söylenenleri duymazdı. Etrafında bir iki tur döner, sonra da şarkısını söyleye söyleye giderdi. Tüm köyü yaz kış demeden gömleksiz ve ayakkabısız gezer, ona verilen kıyafetleri giymezdi.  Yırtık pantolonunu kemer yerine ince bir urgan ile bağlardı. Üzerinde de sadece yamalı bir ceket olurdu.  Annem onu bizim kapıda ne zaman görse yemek yemesi için çağırırdı. Annemin yaptığı çeşit çeşit yemeği asla yemez, sadece sahanda yumurta yemek isterdi Annem yumurtayı pişirirken, “Akılsız Halil, çeşit çeşit yemek veriyorum, yemiyorsun da bana şu yumurtayı yaptırıyorsun ya,’’ diye söylenirdi.

Annem, gerçekten yardım etmek mi istiyordu, yoksa köydekilere gösteriş mi yapıyordu, anlamıyordum. Çünkü koca köyde ona o sahanda yumurtayı hiç usanmadan pişiren tek kişi annemdi. “Sen cennetliksin vallahi Melahat,” laflarını duydukça böbürlenirdi. Bir gün cennete gitmek için sahanda yumurtayı ben pişirmek istedim. Annem, “Çocuklar cennete böyle gitmez, çocuklar cennete yalan söylemezlerse giderler,” derdi. Halil abi yumurtasını yerken sessizce oturup onu izlerdim. Bana bakar, birden “Kız mı, erkek mi?” diye sorardı. 

İlk başlarda korkup kaçardım ama zamanla alıştım. Bazen ‘kız’ derdim, bazen de ‘erkek.’ Beni severdi. Nereden buluyordu bilmiyorum ama çok güzel şekerler veriyordu bana. Bazen onun ardına ben de takılırdım. Köyün çocuklarıyla onun şarkısını söyleyerek peşinde koşturup dururduk Bazı zamanlar eve geç kaldığımda annem ardımdan komşumuz Bakkal Hikmet amcanın kızı Cemile’yi gönderirdi. Kız her seferinde kafama bir tane patlatır, “Gezip durma o delinin peşinde, bir daha seni çağırmaya gelmem, haberini olsun,” derdi. Ben de onu itip dilimi çıkararak kaçardım.

Karanlık çöküp herkes evine çekilince Halil abi de köyün dışında, ev bellediği boş samanlığa çekilirdi. Kimi kimsesi yoktu. Köylünün dediğine göre karısı ilk çocuğuna hamileyken ölmüş. Halil abi onu hastaneye götürmek istemiş ama yetiştirememiş. Karısını ve bebeğini kaybettikten sonra da delirmiş. Malum şarkısı da böyle çıkmış ortaya. Önceleri ağlaya ağlaya söylermiş şarkısını. Sonraları alışmış, ağlamayı bırakmış. 

Halil abiye bakarken içim acırdı. Hele ki yaşadıklarını düşününce daha çok üzülürdüm ona. Çünkü insanlar onu delirten acısını değil de deliliğini görürlerdi hep. Annem beni teyzemlere gönderdiği bir gün merakıma yenik düşüp samanlığa gittim. Halil abinin uyuduğunu görünce yanı başındaki kavanoza diktim gözümü. İçinde ne olduğunu merak ediyordum. Köylüler Halil abinin böcek toplayıp kavanoza doldurduğunu söylüyorlardı ama onu hiç böcek toplarken görmemiştik. Çocuklarla aramızda bu kavanoz hikayesi bir efsaneye dönmüştü. Kimimize göre içinde altınlar vardı, kimimize göre onu delirten şey; cinler, gulyabaniler, türlü türlü canavarlar. Halil abi bütün ısrarlarımıza rağmen göstermezdi kavanozunun içindekileri bize. 

Kavanoza uzanmamla arkamdan gelen “Her yerde seni arıyorum len.” cümlesiyle irkilmem bir oldu. Kavanoz yere düşüp parçalandı. Hem parçalar hem de binlerce uğur böceği ölüsü yerlere saçıldı. Gelen Cemile’ydi. Halil abi uyanıp çok sinirli ve korkmuş bir şekilde çığlıklar atmaya başlayınca korktum. “Hepsi senin yüzünden,” deyip Cemile’yi ittim. Arkama bile bakmadan onu orada bırakıp kaçtım. Eve gelir gelmez de kimseye bir şey demeden yatağıma girdim. Anneme karnımın ağrıdığını söyledim.

Ertesi gün köy, siren sesleri ile uyandı. Ortalık mahşer alanı gibiydi. Ambulans, jandarma, bir sürü kravatlı adam vardı köy meydanında. Cemile dün geceden beri kayıpmış meğer. Sabahleyin çocuklar samanlığa Halil abiyi çağırmaya gittiklerinde kızın cesedinin yanında Halil abiyi şarkısını söylerken bulmuşlar. 

Bakkal Hikmet amcanın karısı feryat figan ağlıyordu. Başta annem olmak üzere tüm kadınlar etrafına toplanmış onu teselli etmeye çalışıyorlardı. Gözüm, yüzü gözü kan içindeki Halil abiye ilişti. İlk kez onu ağlarken gördüm.  Hâlâ, “Kız mı erkek mi? Ayşe’nin karnı kız mı erkek mi?” diye sayıklıyordu. Şarkısının arasına da “sen yaptın, sen,” sıkıştırıyordu. Senin kim olduğunu ben dahil kimse anlamadı. Jandarmalardan biri suratına sert bir tokat atıp “Lan puşt, sana göstereceğim şimdi kız mı erkek mi olduğunu. Siktiğimin delisi,” dedi. Kimse jandarmaya müdahale etmedi. 

“O deli bizim çocuğumuzu da öldürebilirdi. Nasıl dikkat etmedik?’’ diyerek homurdandı Safiye abla, “Yapmayın garibanın suçu yoktur belki. Yazık vurmayın,” dedi yanındaki yaşlı annesi. “Anne, söyle onlara vurmasınlar. Canı çok acıyor,” dedim ben de. Annem bile duymadı beni. “Kırk yıl düşünsem aklıma Deli Halil’in böyle bir şey yapacağı gelmezdi,’’ dedi.

O sırada bir patlama sesi duyuldu.  Annem beni korumak için bağrına basarken genzimi keskin bir barut kokusu kapladı. Başımı çevirdiğimde Halil abiyi yerde, kanlar içinde yatarken gördüm. Başında silahıyla bekleyen Hikmet amca bir el daha ateş etti ona. Halil abinin acı ve kederle yoğrulmuş yorgun gözleri, gözlerimde durdu. Son kez dökülen yaşların çaresizliği ile   kapandı gözleri. Bağırdım, ağladım. Annemin elinden kurtulup yanına koştum. Elini tutup, saçını okşadım. Gözlerini açmasını istedim. Uyansın diye söylemeye çalıştım şarkısını ama dilim dönmedi. Jandarmalardan biri tüm çırpınışlarıma rağmen beni çekiştirerek oradan uzaklaştırdı.  Hikmet amcanın elindeki silahı aldılar.  Halil abi kimsesizliğinin diyarında yitip gitti. Cansız bedenini ölü böcekleri doldurduğu siyah kavanoz gibi siyah bir poşete koyup götürdüler. Geriye kalan kan gölünün etrafını ise sarı bir şeritle sardılar. Benim dışımda herkes evine dağıldı. Babam beni zorla kucağına alıp eve götürünceye dek orada bekledim. 

Bir iki hafta içinde Cemile’nin adli tıp raporu geldi. Tecavüz bulgusu yokmuş, başını sertçe çarptığı için ölmüş. Hikmet amca iki yıl ceza almış.  Hâkim bir sürü şey sıralayarak cezasını altı aya düşürmüş. 

Kimseye bir şey söyleyemedim. Cemile benim yüzümden öldü, diyemedim. Hiçbir şey söylemezsem bu yalan söylediğim anlamına gelmez, diye düşünüp kendimi avuttum. Cehenneme gitmemeyi umdum. Hiç sahanda yumurta yemedim o günden sonra, uğur böceklerinden nefret ettim. Halil Abi ve bakkalın küçük kızı Cemileyle, yüreğimin karanlık mağaralarında vedalaştım defalarca. Bir süre sonra da taşındık köyden. 

Karım Nazlı’nın kapıyı tıklatmasıyla çıkıyorum anılarımdan. “İyi misin sen,” diye sesleniyor. Kalkıp kapıyı açıyorum. Nazlı, elinde siyah bir çay kavanozuyla dikilmiş, tedirgin gözlerle bakıyor bana. “İyi misin, çay demleyeyim mi,” diye soruyor. Gözlerim elindeki kavanozda duruyor. “Sana bir şey itiraf edeceğim,” diyorum. “Ben, ben çok eskiden birini öldürdüm.” 

Kavanoz Nazlı’nın elinden sıyrılıyor, yere düşüp parçalanıyor. Hem parçalar hem de binlerce uğur böceği ölüsü yerlere saçılıyor. 


Yeşim Aslan