Öykü

Sesler

Sesler

28 May 2024

Sesler

Susun artık! Dayanamıyorum! Konuşacak bunca şeyi nereden buluyorsunuz? Bana ne yan komşunun yeni aldığı tencere takımından! Üst komşunun kızının eve erkek alıp almaması da beni ilgilendirmiyor! Tek istediğim sadece sessizlik. Tek istediğim susmanız.

Seslerini duymayayım diye umutsuzca kulaklarımı tıkıyorum. Sesler azalacağına artıyor. Bakkalın para üstünü elli kuruş eksik vermesinden yakınıyor adam yarım saattir. Bu herif niye hep bağırarak konuşuyor? Cebimdeki tüm elli kuruşları adamın suratına atsam susar mı acaba? Karısıysa tam bir temizlik hastası. Sabahları çalar saat yerine elektrik süpürgesi sesiyle uyanıyorum. Saat tam 9:00’da başlar temizliğe ve tam 12:00’da bırakır. Sanki evin kadrolu temizlik memuru. Bir de yerli yersiz gülmesi var. Gülmeye başladı mı susmaz yarım saat.

Her gün kavga etmezlerse rahat edemezler. Öyle uzun sürer ki kavgaları, başlama sebebini ne onlar ne ben hatırlayabiliriz bir müddet sonra. Kadının ağzı inanılmaz bozuk. Daha önce hiçbir yerde duymadığım sinkaflı küfürleri nefes bile almadan ardı ardına sıralar.

İşte yine başladılar kavgaya. Başlangıç nedeni adamın pijamalarını katlamadan yatağın üstüne atmış olması. Şimdi en az iki saat sürer bunların dırdırları. Hemen uyku hapımı alıyorum. Başka türlü bu gece uyumam imkânsız. Bir yarım saat içinde uykuya dalıyorum. Kavgalarından uykumda da kurtuluş yok. Birbirlerine hakaret etmeye rüyamda da devam ediyorlar. Her defasında başka kişiler olarak girerler rüyalarıma. Yüzleri değişse de sesleri aynı kalır. Oradan anlarım onlar olduklarını. Bu sefer de, yatmadan önce izlediğim Aşk ve Gurur filminin başrol oyuncuları görünümündeler. Evde ne varsa birbirlerine fırlatıyorlar. Garipsiyorum. Filmde imrenerek izlediğim aşklarından eser kalmamış. Bir kaşık su olsa boğacak biri diğerini. Yeni seslerine alışmaya çalışıyorum. Keira Knightley’in yeni sesiyle küfredişini izliyorum. Tüm güzelliği birkaç saniye içinde gözümde yok olup gidiyor. Matthew Macfadyen kapıyı sertçe çarpıp gidiyor. Kavga bitti en azından diye rahatlıyorum ama rüya devam ediyor. Kadın ilk önce ağlamaklı bir yüz ifadesi takınıyor. Tam tekrar ne kadar güzel olduğunu düşünmeye başlayacakken beni deli eden kahkahalarını atmaya başlıyor. Güzelliği uçup gidiyor yine. Beceriksiz bir çocuk tarafından şişirilen bir balon gibi yavaş yavaş memeleri ve dudakları şişmeye başlıyor. Saçları kabarıp mat bir sarıya dönüyor. Yüzünde de abartılı bir makyaj peyda oluyor. Zarif ortaçağ elbisesinin rengi önce parlak simleri olan kırmızıya dönüyor, sonra elbisenin boyu ancak donunu kapatacak kadar kısalıyor. Ucuz bir parfümün yoğun kokusu burnumun direğini kırıyor. Bu rüya bitsin! Bu rüya bitsin! Kadının kahkahaları artarak sürüyor. Bitsin bu rüya! Bitsin bu rüya! Uyanmalıyım! Uyanmalıyım! Yoksa çıldıracağım. Çıldıracağım! Şimdi de gözlerimin içine bakarak gülüyor. En sonunda bağırarak uyanıyorum. Aşağı kattan kadının sesleri hâlen geliyor ama en azından görüntüsünden kurtuldum.

Mutfağa gidip bir bardak suyu kana kana içiyorum. Hapın verdiği sersemlik devam ediyor. Uyumak istemiyorum. Uyursam tekrar o dünyaya döneceğimden korkuyorum. Uykuya dalmamak için kendime tokat atıyorum. Uyumamalıyım! Uyumamalıyım! Cezvede kısık ateşte hemen koyu bir kahve pişiriyorum. Şekersiz. Gülme seslerini duymamak için içimden şarkılar söylemeyi deniyorum. İşe yarıyor ilk başta. Kadın susuyor bir müddet. Sonra birden söylediğim şarkıya eşlik etmeye başlıyor. Bu gülmesinden daha fena. Sürekli detone oluyor. Şarkının ezgisini değiştirip bambaşka bir şarkı hâline getiriyor. O kadar tiz sesler çıkarıyor ki kulak zarımın yırtılacağını zannediyorum. Kahve elimde oturma odasına geçip televizyonu açıyorum. Televizyonda hiçbir şey yok. Kadın aynı şarkıyı art arda söyleyip duruyor. Şarkıyı değiştirsin diye içimden başka bir şarkı söylüyorum ama sesini daha da yükseltip iç sesimi bastırıyor.

Birden elinde mikrofonla karşımda beliriyor. Olamaz. Uyuyakalmış olmalıyım. Onların evindeyiz. Bu sefer lise yıllarında âşık olduğum Özlem Tekin’e dönüşmüş. Gotik makyajıyla Kargalar’ı söylüyor. Kalbim heyecandan çarpa çarpa tek kişilik konserimin büyüsüne kapılıyorum. Ama tabii ki bu keyif uzun sürmüyor. Ses çatallaşıyor önce, şarkı değişiyor. Dudaklar, memeler tekrar büyüyor. Saç sarıya, elbise kırmızıya dönüyor. Ucube Keira yine ortaya çıkıyor. Neredeyse hepsi açıkta olan koca memeleriyle üzerime doğru geliyor. Elbiselerinin askılarını indiriyor. Sütyen takmamış. Memelerini yüzüme bastırıyor. Nefes alamıyorum. Kurtulmaya çalışıyorum. Çırpınıyorum. Boğulmak üzereyim. Can havliyle kadını itip elinden kurtuluyorum. Kadın kafasını sehpaya çarpıp yere kapaklanıyor. Siyaha çalan bir kan yavaşça parkenin üzerinde yayılıyor. Öldü mü diye kontrol bile etmeden kapıya doğru koşuyorum. Tam o sırada kapı açılıyor ve kocası içeri giriyor. Adam bu kez 1.90 boylarında bir çam yarması. Kravatımdan tutuyor ilk önce. Sert bir yumruk atıyor. Gözlerim kararıyor.

Ertesi sabah uyandığımda yüzükoyun yerdeyim. Hiçbir şey hatırlamıyorum. Başım feci ağrıyor. Sol gözümü açamıyorum. Zorla doğrulup banyodaki aynaya gidiyorum. Gözüm mosmor. Hemen bir torbaya buz doldurup üstüne bastırıyorum. Buzun soğukluğu acımı biraz dindiriyor.

Beynim zonkluyor. Evde ağrı kesici ararken gömleğimdeki ve pantolonumdaki kan izlerini fark ediyorum. Anadan üryan soyunup vücudumu dikkatle inceliyorum. Gözüm dışımda hiçbir yerimde yara izi yok. Bu kan bana ait olamaz. Peki, benim değilse kimin? Veya kimlerin? Dehşete kapılıyorum. Bir ipucu bulmak için evin her yerini aramaya başlıyorum. Çalışma odamın çekmecesini açtığımda bir tabanca buluyorum. Benim tabancam yok ki. Kullanmayı bile bilmem. Bir müddet elimde tuttuktan sonra tabancayı ne yapacağımı bilmediğimden tekrar çekmeceye koyuyorum.

Saate bakıyorum. 9:30. Kadının çoktan temizliğe başlaması gerekirdi. İçimi tarif edemediğim bir huzursuzluk sarıyor. İlk kez alt kattan gelen sesleri duymak istiyorum ama çıt yok. Belki bir saatten daha fazla oturup etrafı dinliyorum. Kulağımı duvarlara dayayıp herhangi bir ses duymaya çabalıyorum. Hatta çocukken yaptığım gibi bir su bardağından yardım almayı bile deniyorum. Tık yok. Sessizliğe alışınca apartmandaki diğer katlardan sesleri duymaya başlıyorum. İki üst katta yalnız yaşayan yaşlı kadın radyoda Türk Sanat Müziği dinliyor. Yan komşu mutfakta olmalı. Açılıp kapanan musluğun sesi ve birbirine çarpan çatal, bıçak, kaşık seslerini dinliyorum. Muhtemelen bulaşık yıkıyor. Sokakta top oynayan çocukların sesleri de geliyor ama beklediğim sesler bunlar değil.

Kapı çalınıyor. Kapıcıdan başka, o da akşamdan akşama, kimse zilimi çalmaz. Hâlen çıplağım. Hemen bornozumu üstüme geçirip ses çıkarmamaya çalışarak kapıya gidiyorum. Gözetleme dürbününden bakıyorum. Bir polis memuru ciddi ifadesiz bir suratla kapımda dikiliyor. Birkaç kez daha çalıyor zili. Evde olmadığıma kanaat getirmiş olmalı ki yan komşunun kapısına doğru yöneliyor. Onlara bir şeyler soruyor. Ne konuştuklarını duymaya çalışıyorum. Neden bahsettiklerini tam olarak anlayamıyorum. Silah, çığlık ve ses sözcüklerini seçebiliyorum sadece. Konuşmaları bitiyor. Komşum kapıyı kapatıyor. Polis üst katlara çıkıyor. Kalp atışım hızlanıyor, ellerim terliyor. Üst kattaki kapı zillerinin de çalındığını ve polisle komşularımın konuştuklarını duyuyorum. Sanki kulaklarım işlevini yitirmiş. Tek duyduğum, hızla atan kalbimin sesi. Polis memuru tekrar kapımın önünden geçerken bir saniye duruyor. Şüpheci bir şekilde gözetleme deliğine doğru bakıyor. Gözümü hemen uzaklaştırıyorum oradan. Merdivenlerden aşağıya inen adım seslerini duyuyorum.

Beynimi zorluyorum. Dün gece tamamen aklımdan silinmiş. En son hatırladığım, uyumamak için televizyonu açmam ve o saçma sapan rüyam. Biraz düşününce tüm gün üstümde pijamalarımın olduğu geliyor aklıma. Bu sabah üstümde olan takım elbiseye bir anlam veremiyorum. Nasıl oldu da pijamalarımı çıkartıp bu elbiseyi giymiş olabilirim ki? Üstelik klasik giyim de hiç tarzım değil. Emekli olduğum günden beri bir gün bile kravat takmadım, gömlek giymedim. Zihnimi zorlayıp, gördüğüm rüyanın ayrıntılarını anımsamaya çabalıyorum. Parça parça görüntüler gelip gidiyor zihnimde. Bir türlü kafamı toparlayıp yapbozun parçalarını birleştiremiyorum. Olay örgüsünü baştan alıp duruyorum. Yerde yatan kadını öylece bırakıp kapıya yönelmiştim, kocası kapıda belirmiş ve bana yumruk atmıştı. Adamın elinde tabanca mı vardı? Ama yumruk atmamış mıydı? Tabancanın kabzasıyla mı vurmuştu yoksa? Zihnimi zorladıkça zorluyorum. Adamın elindeki tabanca bazen yok oluyor, bazen geri geliyor. Yumruktan sonra bayıldım mı, yoksa boğuşma devam mı etti? Yere düştüğümde bir tabanca görmüştüm sanki. Elimi uzatsam ulaşabileceğim bir noktada. Tabancaya uzun uzun baktığımı hatırlıyorum ve ona ulaşmaya çalıştığımı. Evin içinde akşama kadar bir o yana bir bu yana deli gibi dolaşıyorum. Ama bu görüntülerden bir türlü emin olamıyorum.

Saat 18:00 oldu. Adamın işten dönme saati. Eve girer girmez bu saatlerde bağırarak ya telefonda biriyle konuşur ya da karısıyla kavgaya başlar. Sabırsızlıkla adamın sesini duymayı ve beni bu işkenceden kurtarmasını diliyorum. Ama olmuyor. Saatler ilerliyor. Hâlen bir ölüm sessizliği. 20:00. Kapıcının gelme saati. İlk önce aşağı katların zillerini çalar. Zillerini çalmaya başladı bile. Açan yok. Evde yoklar. Bu imkânsız! Lanet olası yedi yıldır bu evde yaşıyorum. Bugüne kadar hiç olmadı böyle bir şey. Her zaman kapılarını açarlar. Bir kez bile, çöp yok, dediklerini duymadım. Onlar hep aynı saatlerde aynı şeyleri yaparlar. Sevişme günleri bile aynıdır. Bugün. Yani Cuma günü akşam tam 22:00’da başlarlar. Beni sinir etmek istercesine bağıra çağıra sevişirler. Her yarım saatte bir böğürerek boşalırlar. Dört boşalma sonrası 24:00’da bitirirler. Kısa bir duş alırlar sırayla. Sonra Cumartesi’nin ilk saati bile bitmeden mutlaka kavga edecek yeni bir şeyler bulurlar.

Kapıcı bu sefer benim zilimi çalıyor. Açmalı mıyım? Bu adama gıcığım. Dışarı ne zaman çıksam kafamı çevirdiğim yerde karşımda. Mahallede ne olmuşsa ilk o öğrenir. Dedikoducunun, iftiracının tekidir. Ona bahşiş vermeyen herkes mahallenin diline düşer. Bu yüzden en az maaşının iki katı bahşiş toplar. Açmazsam şüphelenir mi benden? Ya sesim titrerse? Açmayacağım. Çoğu zaman açmam zaten kapıyı; sırf bu adamla muhabbet etmemek için çöplerimi de kendim atarım.

Günler geçiyor. O geceden beri evden çıkmadım. Çok az yemek yiyorum. Hızla zayıflıyorum. Ara sıra kapıcıya birkaç lira fazla verip yiyecek bir şeyler aldırıyorum. Hâlen alt komşularımdan ufacık da olsa bir ses bekliyorum ya da polislerin gelip beni götürmesini. İkisinden birine razıyım. Bu belirsizlik, böyle arafta kalmak beni günden güne, saatten saate, dakikadan dakikaya öldürüyor. Pek çok kez ahizeyi kaldırıp 155’i tuşluyorum ama hemen kapatıyorum telefonu. Bazen de alt kata inip kapılarını çalmaya niyetleniyorum ama ne zaman ayaklansam korkum ağır basıyor. Vazgeçiyorum.

Apartmandaki diğer sesler bu bekleyişime biraz da olsa arkadaşlık ediyor. Yaşlı kadın her gün Türk Sanat Müziği dinliyor. Yan komşum ne kadar da çok bulaşık yıkıyor. Üst katın kedileri evde birbirlerini kovalıyor. Gündüzleri duyduğum sesler genelde bunlardan ibaret. Akşamlarıysa sesler çoğalıyor. İşten dönen apartman sakinleri sofralarını kuruyor. Yemeklerini yiyorlar. Sofralar toplanıyor. Televizyonlarını açıp tüm gece vakit öldürüp on ikiye doğru horultuyla uyuyorlar.

Gün geçtikçe sesler artmaya başlıyor. Sanki Türk Sanat Müziği orkestrası evimin salonuna tıkışmış. Yan komşu mutfağımda evdeki tüm tabakları, tencereleri, çatal, kaşığı her gün baştan aşağı yıkıyor. Kediler oradan oraya koşturup kanepelerimi tırmıklıyor. Akşamlarıysa televizyonumda aynı anda üç dizi, bir yarışma programı ve bir de spor programı. Geceleri tüm apartman evime doluşuyor. Yer yataklarını yapıp koyun koyuna uyuyorlar. Hepsi aynı anda horluyorlar. Artık rüyalarımda her gece bina sakinlerini ağırlıyorum. Yaşlı kadın Zeki Müren dinlerken örgüsünü örüyor. Kapat şu radyoyu yahu! Bundan böyle Rüyalarda Buluşuruz dinlemek istemiyorum. Buluşmayalım mümkünse. Hatta tüm TSM şarkılarının gözü kör olsun! Sen de yıkama bulaşıklarımı be kadın! Aylardır yemek bile pişirmedim ki. Ne bulaşığı buluyorsun yıkayacak. Koşmayın artık siz de kediler! Sevdirdiğiniz de yok nankörler. En az yirmi saat uyumanız gerekli değil miydi sizin?

Susun artık! Dayanamıyorum! Tek istediğim sadece sessizlik. Tek istediğim susmanız.

Çalışma odama gidiyorum. Çekmeceyi açıyorum.

Utku Şahin