Öykü

Lacivert

Lacivert

4 Nis 2024

Lacivert

Küt diye bir ses! Uykum bölünüyor, sesin nereden geldiğini anlamaya çalışıyorum. Küt! Bir şeyler düşüyor dışarıda, tam kapımın önünde. Gecenin kör karanlığında, duyduğum seslere anlam vermeye çalışıyorum. Birden kapım çalınıyor. Küt sesi devam ediyor. Uyku sersemliğini atmaya çalışıyorum üzerimden. Korkuyorum ama bir yandan da ne olduğunu öğrenmek için yanıp tutuşuyorum. Oda aydınlanınca biraz daha cesaret serpiliyor içime. Üzerime kalın bir hırka geçirip ne olur olmaz diye başucumdaki kitabı alıyorum elime. Kalın bir kitap olduğu için şükrediyorum, en azından sersemletirim kapıdakini, artık hırsız mı arsız mı her kimse. Küt sesi devam ediyor ama bu kez aralarda farklı sesler de duyuyorum. Karşı komşunun sesi çalınıyor kulağıma. Rahatlıyorum. Benden başka birisinin daha bu ne idüğü belirsiz olaya karışmasına seviniyorum.

Kapıyı açtığımda bir kıyafet yığını duruyor önümde. Kitaplar, bir abajur, kalemler, birkaç yağlı boya tablo.

Yere saçılan kıyafetlerini toplamaya çalışan Sabri Bey ile burun buruna geliyoruz. Yüzü kıpkırmızı olmuş, utançtan gözlerime bakamıyor bile. Karşı komşum kapıda dikilmiş, Sabri Bey’in gece yarısı yaşadığı dramanın keyfini çıkarıyor. Her taraftan gelen komşularla kuşatılıyor Sabri Bey; bu mazbut adamın gece gece neden dışarda olduğunu, bin yıllık karısının neden Sabri Bey’in pörsümüş eşyalarını aşağıya attığını yüksek sesli fısıltılarla birbirlerine sorup duruyorlar. Adamcağız ne cevap vereceğini bilemiyor, yüzü gitgide kızarıyor. Acıyorum haline, “İçeriye girin lütfen, toplarız sonra eşyalarınızı,” diyerek eve buyur ediyorum. Karşı komşum da eve girmek ister gibi hareketleniyor, kapıyı hızla kapatıyorum.

Mahçup adam bulduğu ilk koltuğa çökmüş, başını ellerinin arasına almış, “Eve ne zaman geldi, nasıl duymadım, nasıl!” diye kendi kendine mırıldanıyor. O zaman anlıyorum durumu. Sabri Bey’in aşk hayatının eşyaları kadar yıllanmış olmamasına şaşırıyorum.

Birden bana dönüyor, şimdi hiç olmadığı kadar ayık ve kendinde gözüküyor. “Anlamıyor beni!” diye haykırıyor. “Biz evlenmeden önce olmuş bitmiş bir şey. İstanbul’a geldim, dedi. Gençlik günlerimden bir hatıra işte. Buyrun, bizim evde çay içelim, dedim. Kaç yaşında insanız canım, dışarda buluşsak, laf söz olsa daha mı iyiydi? Haber vermedim bizimkine, iki gün sonra dönecekti İzmir’den. Nereden bileyim geleceğini?”

Tansiyonu yükselecek diye korkuyorum. Bir bardak su getiriyorum mutfaktan. Sabri Bey suyu bir dikişte bitiriyor. “Aman, bizi yakaladı falan sanmayın sakın. Geldi kadıncağız, bir çayımı içti, edebimizle oturduk, sonra kalktı gitti.” Alnında biriken terleri siliyor. “O gittikten sonra, hani eski günleri hatırlayayım diye, eski fotoğrafları karıştırdım. Bir fotoğrafımız var birlikte, liseye yakın çay bahçesinde. Biraz da dilim damağım kurumuş, bir kadeh viski koymuştum kendime. Uyuyup kalmışım. Bir elimde fotoğrafımız.”

Dışardaki gürültünün kesildiğini fark ediyoruz. Sabri Bey ayağa kalkıyor. “Gideyim ben şimdi. Fenalaşır falan, tek başına kalmasın evde.” Telaşla, “Ben de sizinle geliyorum! Birlikte izah edelim durumu. Bir fotoğraf yüzünden koskoca adam evden atılır mı hiç?” diyorum. Sabri Bey’in yüzü düşüyor. “Sadece fotoğraf değil efendim. Eldiveninin tekini düşürmüş salonda. Bizimki hemen fark etmiş tabii. Beni de o halde görünce…”

“Tamam şimdi gider, anlatırız durumu.” diyerek yaşlı adamın koluna giriyorum. Kıyafet yığınına basmamaya çalışıp, dağılmaya yüz tutan meraklı kalabalığın içinden geçerek evlerinin önüne geliyoruz. Kapı açık. Eşikte hüzünlü bir lacivert çorap teki yatıyor. Çorabı alıp cebime atıyorum; bu çorabın eşinden ayrı dışarıya atılması üzüyor beni.

Semra Hanım’ı arıyoruz çekinerek. Salon bomboş, mutfağı da dağıtıp bırakmış. Beni yönlendirmesi için Sabri Bey’e dönüyorum, o da yatak odasını işaret ediyor. Sessizce odanın kapısını aralıyoruz. Yatıyor Semra Hanım. “Sabri Bey, gidin, tatlılıkla konuşun,” diye fısıldıyorum. “Sakinleşmiş demek ki.” Sabri Bey karısının yanına uzanırken odanın kapısını kapatıyorum.

Evden çıkarken birkaç komşunun dedikoducu bakışlarıyla karşılaşıyorum. “Bir şey yok, evinize dönün,” diyerek aşağı iniyorum. Kapıcı yerdeki eşyaları toparlıyor, kapımın önüne düşen birkaç kitabı uzatıyorum. Yorulmuşum. Yatağa yattığım anda uyuyakalıyorum.

Kapı çalıyor. Defalarca. Dışarda koşuşan insanların seslerini duyuyorum. Gece ve gündüz birbirine karışıyor, bu anı daha önce yaşadığıma eminim. Yataktan kalkıyorum. Uyku sersemi olmama rağmen kapıya koşuyorum, korku yok bu kez, sadece merak ediyorum.

Karşı komşum kapıda, birkaç saat önceki keyifli halinden eser yok yüzünde.

“Semra Hanım, dün gece ölmüş uykusunda,” diyor. “Kapıcı eşyaları bırakmak için eve gittiğinde fark etmiş. Sabri Bey de ona sarılmış, ruh gibi yatıyor yanında. Ayıramıyoruz adamı karısından.”

Uyuyan karısının yanına uzanan Sabri Bey’in mahçup yüzü gözümün önüne geliyor. Ne yapacağımı bilmeden etrafıma bakınıyorum. Hırkamın cebinden lacivert bir çorap teki sarkıyor.

Deniz Mat Artun