Öykü

Hesap Ödendi

Hesap Ödendi

29 Şub 2024

 

Hesap Ödendi

Her pazar olduğu gibi yine en sevdiğim aktiviteyi yapıyorum; market alışverişi. Reyonların arasında kendimi kaybetmek hoşuma gidiyor. Her bir ürünün miktarına, son kullanma tarihine bakıyor, markaları birbiriyle kıyaslıyor ve büyük kararı veriyorum. Kendi başıma karar aldığım tek yer burası.

Henüz insanlar pazar kahvaltısı aşamasında olduklarından market çok sakin. Bakliyat reyonunda ağır ağır ilerliyorum. Değişik markaların paketleri içerisinden fiyat/fayda analizi yaparak seçim yapmaya çalışırken, gözüm benden iki raf ilerideki kamburu hafif çıkmış, zayıfça, yaşlı bir adama kayıyor. Adam paketi neredeyse kolunun ulaşabileceği en uzak yerde tutuyor ama bir türlü okuyamadığını oflaya puflaya ifade ediyor, Bu kadar da küçük yazılmaz ki bunlar, diye. Yanına gidiyorum yardımcı olmak için. Başını bana doğru çevirince kaşının üstündeki o yara izini görüyorum. Nutkum tutuluyor. Yüzüne daha dikkatli bakıyorum. Evet o. Hassiktir!  Bana bakıyor. Bir şey demem lazım, hemen.

Yardımcı olmamı ister misiniz? Okuyamıyorsunuz galiba.

Çok sevinirim. Yakın gözlüğümü evde unutmuşum. Yaşlılık işte.

Okuyorum paketin üzerindeki son kullanma tarihini ve ürünün miktarını. Okumamı istediği başka bir şey olup olmadığını soruyorum. Teşekkür ediyor, olursa yardım isteyeceğini söylüyor.  İçimde birden dirilen ve kendini güçlü bir şekilde hissettirmeye başlayan nefret duygusunu ona çaktırmamaya çalışıyorum.  Tekrar sepetimin yanına dönüyorum. Onunla aynı havayı soluduğumu düşünmek bile nefesimi tutmama neden oluyor. Bir an önce çıkmam lazım. Reyonların arasından hızlıca kasalara doğru giderken şampuanların olduğu reyondan sesleniyor bana,

Pardon evladım, tekrar bir bakabilir misin, zahmet olmazsa?

Bakamam Allah’ın belası, bakamam. Çoktan geberip gitmişsindir, diye düşünüyordum. Kazık çakmışsın bakıyorum.

Tabii. Geliyorum, diyorum. Sepetimi olduğu yerde bırakıp yanına gidiyorum. Elindeki şampuanı gösteriyor, İçinde zararlı madde var mı, diye soruyor. Yok, bitkisel yazıyor, diyorum. Gözlerimin içine bakıyor, ağzı bir anda yüz felci geçiriyormuşçasına bir hal alıp, Siz hangisini kullanıyorsunuz? diyor ve sırıtıyor saçsız başımı işaret ederken. Hala aynı şerefsiz, omurgasız herif. Zoraki bir gülümsemeyle karşılık verip kasaya ilerliyorum, ödemeyi yapıp marketten çıkıyorum, aldıklarımı arabama yerleştiriyorum. Beynim bütün hücrelerime intikam sinyali gönderiyor. Pusuya yatmış bekliyorum arabamda. Hah, göründü işte, çıkıyor marketten, yavşak herif. Bakalım arabası var mı? Yok galiba. Yürüyor ağır ağır. Arabamı çalıştırıp, yanına yaklaşıyorum, Arabanız yoksa yürümeyin, ben bırakayım sizi evinize, diyorum. Önce şüpheci gözlerle süzüyor beni, sonra, İyi olur valla, belim pek iyi değil de bu aralar, diyor. Beter olsun inşallah. Arabadan çıkıp paketlerini alıyorum, bagaja yerleştiriyorum. Kafam tıkır tıkır çalışıyor henüz yaptığım planımın üstünde. Neyse ki yakınmış evi, park ediyorum. Madem beliniz kötü, evinize kadar taşırım ben torbalarınızı, deyip ona söz hakkı tanımadan torbalarını alarak giriyorum apartmanın bahçe kapısından içeri. Üçüncü kat, dokuz numara, diyor. Merdivenleri çıkıyorum önden, o da arkamdan ağır ağır geliyor. Dokuz numaranın önünde duruyorum, açıyor kapıyı, torbaları bırakıyorum içeri. Eğer sizin için bir sakıncası yoksa lavabonuzu kullanabilir miyim? diye soruyorum. Yine aynı şüpheci bakışlar. Hayır, demek istediğini içten içe biliyorum ama bugün intikam saatinin alarmı çoktan kurulmuş olmalı ki, Buyurun, koridorun sonundaki kapı, diyor. Tuvalete girdikten bir süre sonra taharet musluğunu sonuna kadar açıyorum ve sesleniyorum, Pardon, biraz bakabilir misiniz, taharet musluğu kapanmıyor. Koridorda ilerleyişini duyuyorum. Heyecanlanıyorum. Avımı tuzağa düşürmeme çok az kaldı. Giriyor içeri. Belini tutarak hafifçe eğiliyor taharet musluğuna doğru. Hamlemi yapıyorum, ensesinden kavrayıp, kafasını klozetin içine doğru sokuyorum. İçimden çıkan canavar, o debelendikçe bağırıyor, Hatırlıyor musun ha, benim kafamı böyle klozetin içine soktuğun o günü hatırlıyor musun, şerefsiz herif, amına koyacağım senin şimdi. Orospu çocuğu. Çıkartıyorum kafasını, korkudan pörtlemiş gözlerini görünce iyice gücümün kontrolünü kaybediyorum ve devam ediyorum, Hatırlatayım kendimi sana. Asker, madem o kadar iyi temizledin yala bakalım o zaman diye kafamı tuvaletin içine soktuğun o günün ertesinde saçlarımı, kaşlarımı, kirpiklerimi ve vücudumun sahip olduğu diğer tüm kılları yatağıma bırakmış uyandım ben. Stresten dediler, biliyor musun? Otuz senedir senin yüzünden böyle dolaşıyorum ben. Psikopat pezevenk. Şimdi sen yalayacaksın bu içine sıçtığım tuvaleti, diyerek tekrar kafasını sokuyorum klozete. Ne yaptığını görmüyorum, umurumda da değil. Bir süre sonra intikamımı nihayet almış olmanın getirdiği rahatlamayla elimi çekiyorum ensesinden. Çıkartıyor kafasını, oturuyor yere. Taharet musluğunun ıslattığı saçlarından pörtlek gözlerine, oradan ağzına doğru sular sızıyor. Çıkıyorum tuvaletten. Arkamdan öğüre öğüre kustuğunu duyuyorum. Evden çıkarken portmantodaki aynaya bakıp saçsız başımı sıvazlıyorum. Böyle de fena değilim, aslında. Islık çala çala iniyorum merdivenlerden.

 Özlem Akkan