Öykü

Hırsız

Hırsız

24 Şub 2024

Hırsız

Yine sıkış ve tepiş bir vagonun içindeydim. Terleten, yoğun bir sıcağın olduğu ve solukların kokuttuğu metro vagonu. Vücudumu hareket ettiremeyecek kadar heykeldim. Bacaklarımın önüne zorla koymuştum çantamı. Bir elimle tutunmaya çalışıyorum duraklarda, ileri geri gemivari dalgalanmaların içinde. Birden. Yani ne kadar aniden olabilirse o kadar mili saniyede. Kapı açılmıştı, içeriye soğuk bir nefes üflenmişti, kısa süreliğine serinletmişti. Yolcular binmiş ve yine içerinin boğuculuğu artmıştı. Bacaklarımla çantayı yoklamaya yeltenecektim ki, boşlukla temas ettim. Çantam buharlaşmıştı.

Hiçbir şey anlayamamıştım. Gözlerimle insanlara çaresizce bakıyor, çantamı çalanın kim olduğunu gören var mı, diye soruyordum. Nasıl olduysa kimse fark edememişti. Diğer durağa gelmiştik. İndim. Güvenliği buldum hemen, söyledim. Kıyafetlerinin içinde kaybolan bir güvenlikti. Kamera kayıtları için başvurdum. Polis geldi çokça bekledikten sonra, ihbarda bulundum. Tarandı görüntüler uzunca bir süre. Adamın yüzünü gösterdiler sonra, “Buluruz, merak etmeyin,” dediler. İnanmış gibi yaptım.

İçinde evraklar ve işyerinin bilgisayarı vardı. Önemliydi. Ben telaşlıydım. Çantamla öyle bütünleşmişim ki sanki bir parçam kopmuş gibi acı çekiyordum. İşlemler tamamlandıktan sonra eve gönderildim sonuçsuzlukla. Bekleyecektim.

Odama attım kendimi. Onur’a mesaj attım. Çantamın çalındığından haberdar etmek için. Ofisten güvendiğim tek arkadaşım. Geç olmuştu, cevap vermedi. Uyumuştur çoktan. Neyse. Döne kıvrıla, kötü rüyaların içinde bir uyanıp bir sızarak geçirmiştim geceyi. 

Gözlerimin etrafı mor halkalar. Karın ağrısı midemde. Ağzımda içilen sigaraların tortusu uyandığımda… Ne bulduysam giymiştim üzerime, işyerine gitmek için. Onur’un mesajı düşmüştü ekrana, “Pardon yanlış numaraya mesaj attınız sanırım,” diye. Hiç şaka kaldıramazdım. Aptal. Cevap atmadım. Yoldayken düşünüyordum. Kafamda ne açıklama yapacağıma dair tekrar ve tekrar ezberlediğim cümlelerimle. Ne diyecektim patrona?  

Binanın girişine gelebildim. Kartımı okutmaya çalışacaktım fakat o da çantanın içinde kalmıştı. Güvenliğin yanına, dudaklarımı birbirine yapıştırarak, kafamı sağa sola devirerek gittim. Yaklaşınca yanına, çantamın çalındığını, nerede çalıştığımı, görevimi söyledim. Hatırlardı, her gün “günaydın”dan ve “iyi akşamlar”dan aşinaydı yüzüme. Hatırlamadı. Olabilirdi. “İş yerinizi arayayım,” dedi. “Olur,” dedim, ismimi söyledim. 

Geldi. “Maalesef alamam. Sizin orada çalışmadığınızı söylediler,” dedi. Kendinden pek emindi. “Nasıl olur, bir yanlışınız var. İki senedir orada çalışıyorum.”  Aynı cümleleri tekrar etti. Jetonum geç düşmüştü. “Kovuldum sanırım,” dedim güvenliğe belki üzüntümü paylaşır diye. “Geçmiş olsun,” dedi. Üstelik madem kovmuşlardı tazminat vermeleri gerekmiyor muydu? “Beni hatırlamadınız ama iki senedir çalışıyorum orada. Görüşmem gerekiyor Mehmet Beyle,” dedim.  Kendimden emin ve nettim.

İçeri alamayacağını yineledi. Beklemeye karar verdim. Elbet birine rastlayacaktım öğle molasında. Karşıda küçük bir kafe, kahveleri fena değil. Oraya gittim. Oturdum. Siparişi verdim. Öğrenciler ve yaşlı bir çift oturuyordu. O kadar saat nasıl geçecekti?

Annemi aramamıştım. Merak ederdi. Eğer anlatmazsam yaşadıklarımı, niye anlatmadın, derdi. Daha fazla soru sorardı. Dışarı çıktım. Soğuk rüzgar ıslık çalarak yüzüme kesikler atıyordu. Aradım annemi. Oturuyormuş salonda. Hava güzelmiş. Televizyon izliyormuş. Haberler açıkmış. Yemek yapmış. Yazdan buzluğa attığı börülcelerden. Pek severim. Üzerine süzme yoğurt. Domates ve biber kızartmasıyla hem de. Pek güzel olur. Babam bahçeyle uğraşmaya gitmiş. Limon ağacı büyümüş. Ne güzel bir döngünün içinde akıyordu hayatı. Özlem doldu içim. Annemin nefes boşluğunu yakalayınca işyerinin bilgisayarını çaldırdığımı söyledim. Kesik atılmıştı rutinine. Nasıl çaldırdığımı merak etti. Anlattım baştan sona. Telaşımı taşıdım ona. Sonra canımı sıkmamam gerektiğini söyledi. İş yerine ne diyeceğimi sordu. Açıklamam gerekiyordu önünde veya sonunda.

“Bilmiyorum anne, işten kovulabilirim, hazırlıklı olun siz de.”

“Tamam oğlum. Hayırlısı. Sağlık olsun. Sıkma canını.”

Üzgündü sesi.            

“Öyle anne, kapatayım ben artık. Haberdar ederim. Öpüyorum.”

Bunalmıştım. Konuşmak istemedim. Annem de beni öptü.

Uzakta. Bir hareketlilik vardı. Şakalaşıyorlardı. Onur ve ofistekiler. Fakat birini tam çıkaramamıştım. Beni görmediler. İlerledikçe belirginleşiyordu her şey. Gözlerim de o anda kararmaya başladı. Titriyordum. Nasıl olurdu? Benim çantam. Benim arkadaşlarım. Benim işim. Ben. Hırsız her şeyimi çantayla birlikte çalmıştı.

Onurcan Irmak