Öykü

Bezden Şirin

Bezden Şirin

28 Oca 2024

Bezden Şirin

Küpeli Köyü’nden, çoban Hasan’ın kızı Altınay. Anasının gözbebeği, babasının nur topu. Her aya çıkan aydınlanmaz ama pırıl pırıl aydınlatır Altınay. Günebakan gibi mahzun durur boynu, güle bakan bülbül gibi şakır dilleri. Minicik köyün altın saçlı, üzüm gözlü meleği.

Altı yaşında küçük melek. Anası doğum günü sıhhatine bezden bir bebek yapar ona. İki ceviz çomağını çakar, etrafına naylon iple yün sarar, Amerikan beziyle kaplar yünün çevresini. Pembe güllü basmadan bir entari, sarı örgü ipinden saçlar, yeşil düğmeden gözler. Bez bebek sanki Altınay. O gün Altınay’a bayram gelir anasından. Ne sevinir, ne sevinir küçük kız. Anası, “Ne diye çağıracan bunu Altınay?” diye sorar. “Aynı sana benzedi.”

“Şirin olsun ana adı,” der Altınay. “Pek şirin kız olmuş.”

Şirin bezden, yünden belki ama Altınay’ın sureti var onda. Bu güzeli doğuran ananın elleri değdi ona. Altınay’a can yoldaşı, boş eyvanda arkadaşı, tasını deviren kedinin bile tek sırdaşı bez bebek. Altınay’ın minnacık çocuk dünyasına sığar mı bir bez bebek? Sığmaz elbet. 

Altınay alır Şirin’i yanına, koşar köy meydanına. Esma, İnci, Hediye meydanda. Belli ki ebelemece oynanacak. Hediye, işaret parmağını ağzında döndürüyor, parmağını arkadaşlarının bağırlarına dürte dürte söylüyor tekerlemesini.

“İncilerim döküldü, toplayamadım. Küçük hanım geldi saklayamadım. Ikırcık, mıkırcık, kız saçların kıvırcık. Sana dedim sen çık.”

Altınay’ı elinde Şirin’le görünce susar küçük ağız. Hepsi dönüp üzüm gözlüye bakarlar.

“Bakın hele şuna, ne güzel bebek,” der Esma. 

Altınay sevinir güller gibi, bir daha inandırmak ister kendini bebeğin güzelliğine. Çevirir, hiç görmemiş gibi bir daha bakar, Şirin’in bezden yüzüne. Bilmez ki onun güzelliği kendi nazarından.

“Anam yaptı dün, söyleyin analarınıza, size de yapsın.”

“Heye,” der İnci. “ Anamgil bizim evin önünde oturuyorlar. Gel gösterelim de bize de yapsınlar.”

Küçük güvercinler koştura koştura, sırma saç beliğinden kanatlarını çırpa çırpa varırlar analarına. Hangi ana anlamaz güvercinin dilinden? Akşama bebekler hazır olacaktır, söz alır minikler. Kiminin gözünden birkaç damla inci yuvarlansa da bez bebek için, sözler tutulur.

Ertesi gün meydanda, bezden Şirinler ellerde, çiçekler açmış yüzlerde. Köy meydanından öteye gidemeyecek senaryolar yazılır dakikasında. Başroller bezden Şirinlere verilir. Bezden Şirinler Hacı Ömer’in yalağında, bezden Şirinler Karakaçan’ın sırtında, bezden Şirinler, Esmaların damında, bezden Şirinler dut ağacının üstünde. Günün sonunda hepsi küçük analarının koynunda, melek uykusunda… 

Gün çabuk geçer çocuk mazisinde. Bezden Şirinler küçük anaları gibi düşeyazmışlar meydanın tozu toprağında, küçük analarının basma sokak entarileri gibi eskimiş esvapları, küçük analarının kara tırnakları gibi kararmış yüzleri. Bayram geliyor. Küçük anaların dilleri olur bez bebekler. Bayramlık isterler. Keşke bayram bez bebeklere entari olacak bir avuç çaput kadar ucuz olsa. Keşke bayram arzuları bez bebeklerin dilinde kalsa. Mümkün mü? Bayram en çok bu belik kanatlı güvercinlere gelmez mi?

Çoban Hasan bayramı Ankara’da, hayvan pazarında geçirir. Bayram koca köyde bir tek Hasan’a gelir. Bir dahaki bayrama kadar geçinecek hâsılatı cebinde, bir kışlık un parası da elindeki süslü kutuda. Altınay’ı elinde bez bebekle görünce yüreği kabarırmış Hasan’ın. Ona şehirden porselen bir bebek alasıymış. Bir çuval un Altınay’ın ay yüzüne feda olsunmuş. Ne bilir çoban Hasan unu tasa silme doldurmayı. Ne bilir elden kayan bir çamaşır sabunu için buz gibi akarsuyun ardında koşmayı. Onu altın saçlı kızının bir gülüşü doyurur. Ne de olsa karısı borcuna bir tas unu da bulur, beş yıllık entariyle beş yıl daha da durur. 

Anası kızsa da Altınay’ın babasına, kocasının sevgisini sever, kızının sevincini sever, avunur eli mahkûm. Varsın bir tas un eksik olsun, varsın bir entariyi yıl yıl üstüne giysin. Yavrunun gülen gözü her şeye değmez mi? Değer.

Değdi de. Altınay öyle sevinir ki porselen bebeği görünce, bütün ev ışığıyla aydınlanır, bülbül dilleri susmak bilmez.

“Ana bunun saçları ne güzel değil mi?”

“He kuzum, aynı senin saçların gibi.”

“Baba bunun entarisi gibi bana da alalım olur mu?”

“Alalım, kızım.”

“Baba bundan güzeli var mıydı çarşıda?”

“Yoktu, en güzelini ben aldım.”

“Ana…”

“…”

Porselen bebek Altınay’ın içine bezden Şirin kadar bile sığmaz. Yeni kızın adı da Altınay konur, küçük anasınınki gibi. Eli ayağı muntazam, ağzı yüzü muazzam, saçı sarı, gözü mavi, entarisi pembe saten billur gibi bir bebek. Güzelliği nazardan değil, saçı ipten değil, gözü düğmeden, entarisi basmadan değil. Ama bilmezler ki onu yapan eller de etten, kemikten değil.

Altınay sabahı zor bekler. Kızların bezden Şirinlerini alıp meydana geldikleri saatte o da küçük Altınay’ını alıp koşar meydana. Gururla gösterir bebeğini arkadaşlarına. 

“Bakın, babam getirdi Ankara’dan.”

Küçük diller lal olur, gözler bakar kalır yeni kıza. Söylenecek ne vardır? Yeni kızda bezden Şirin’lerin esamesi okunmaz. Şirinlerin de analarının da boyunları bükük kalır. Ne yapmalıdır? Her baba Ankara’ya gitmez, gitse de böyle bebek getirmez. Öyleyse bebek Altınay’da küçük ana Altınay da çekilsin meydandan. 

Altınay’ın gözlerinden inciler dökülür. Hediye’nin, Esma’nın, İnci’nin incileri evde ana babaya sökülür. 

“Ben de Altınay’ın gibi bebek isterim.”

Ertesi gün meydana Şirinlerle inilmez. Altınay oyunlara alınmaz. Umuru mudur Altınay’ın? Pek de sayılmaz. Az çok aklı erer onu kıskandıklarına, bu güzel bebekten onlarda olmadığı için onu aralarına almadıklarına. Öyleyse Altınay bebek kendine de yeter anasına da.

Köyün küçük meleklerinin gözleri gıptayla üstünde ya, yanlarında da istemezler onu. Çocukça umursamaz Altınay, yine orada burada, bebeğiyle. Altınay bebek dut ağacının üstündeyken düşer kolu kırılır, Altınay bebeğin Karakaçan’ın sırtında entarisi sökülür. Altınay bebeğin Hacı Ömer’in yalağında saçı bozulur. Küçük anası şaşar kalır bu işe, tek oyun arkadaşının kırılganlığına bir anlam veremez. Ağlayarak eve koşar, bebeğini anasına gösterir. Anası bebeğin bu halini görünce Altınay’a kızar ama çocuğun gönlü olsun diye de marangoz tutkalıyla kırılan kolu onarır, entarinin söküğünü diker, becerdiğince bozuk saçı düzeltir. Porselen bebeğin kutudan çıkan güzelliği kalmamıştır ya, yine de hoş sayılır. Altınay baktı olmayacak, küçük Altınay’ı sahanlığa kaldırır. Onu sokağa çıkarmamaya karar verir. Her gün sahanlıkta bebeğiyle oturur, saçını, yüzünü okşar durur. Ama nereye kadar? Oyunsuz, yârensiz geçer mi günler? Hem bebek onunla oynamayacaksa neden var? 

Anasının saçını taradığı yeşil naylondan tarağı kapar, bebeğini de alır, doğru yalağa koşar. Kendi anasının yaptığı gibi suya batıra batıra tarağı, bebeğin saçlarını taramaya koyulur. Öyle kolay değil dolaşık saçı çözmek. Hele küçük Altınay’ın saçını çözmek daha bir zor.

Bebek Altınay’ın canı mı yanmıştır bilinmez, anasının elinden kaçıp kurtuluverir. Yalağın yanındaki çamurlu su birikintisinin içine düşer birden. Altınay erişemez bebeğin düştüğü yere. Uzunca bir değnek bulsa kurtaracak bebeği belki. Porselen kızını orada bırakır, değnek aramaya koyulur. Tam istediğini bulmuşken bir de ne görsün? Hacı Ömer’in koca boz danası, küçük Altınay’ın üstünde. Hemen sopasını koca dananın sırtına çalar ama çok geçtir. Küçük Altınay’ın güzel yüzü tuzla buz olmuştur çoktan. Altınay’ın küçük ana yüreği bu acıya dayanmaz, feryadı basar. Onu ağlar duyunca sırma saç beliği kanatlılar uçar gelir bir yerlerden. Su birikintisinin içindeki bebeği görünce üzülseler mi, sevinseler mi bilemezler. Biri kızılcık değneğini Altınay’ın elinden alır, bebeği çamurdan çıkarır. Küçük bir meleğin ağzından dökülecek en son sözleri de söyler belki üstüne.

“Ölmüş bu gayrı Altınay, bunu götürüp gömmek lazım.”

Altınay’ın dili susar, sevinci susar, bebeğin parçalarına bakar, etrafını çeviren arkadaşlarına bakar. Günebakan boynu iyice eğilir. Haklı bulur onları, küçük Altınay ölmüştür. Gömmek lazımdır, her ölüyü yaptıkları gibi.

Bebeği bir bez parçasına sarar, köy mezarlığına yollanırlar hep birlikte. Bir ağaç altına küçücük bir mezar kazarlar sopalarla. Zühre nineden öğrendikleri sübhaneyi okur, çocuk merasimiyle gömerler küçük Altınay’ı. Üzerine birkaç demet üzerlik, birkaç mine çiçeği.

Altınay, küçük Altınay’ı gömer toprağa, ne gömdüğünü bilmeden. Ne çamaşırda sabun peşinde koşan anası bilir, ne dağdan odun indiren babası, ne kendi gibi melek yüzlü arkadaşları bilir. Belki biraz bezden Şirin bilir de, onun da dili olsa söylemez.

Altınay eve döner, hüzünlü, somyanın altına sakladığı bezden Şirin’i çıkarır. Güzel nazarıyla bakar ona bir kez daha. Çocuk oyun yolunda gerek, ne de olsa. Soluğu meydanda diğer kızların yanında alır. Sonra yine bezden Şirinler Hacı Ömer’in yalağında, bezden Şirin’ler Karakaçan’ın sırtında, bezden Şirinler, Esmaların damında.

İrem Nas